Toprağın verimliliğiyle kadının doğurganlığı ilişkilendirilip “Toprak Ana” kavramı ortaya çıkmış, bu nedenle tarıma dayalı toplumlarda anaerkil aile yapısı görülmüştü. İp yapmak, yiyecekleri koymak içi kap yapmak, yiyecek ve ilaç olarak kullanılabilecek bitkileri toplamak, ateşi bulmak, hayvanları evcilleştirmek gibi uygarlığın temelini oluşturan birçok eylemin başlangıcını kadınlar oluşturdu.
Kadının ilkçağlardaki toplayıcılık görevi onu bitkiler konusunda uzmanlaştırmıştı. Bu dönemde, insan soyunun devamlılığını sağlayabilme yetisine ek olarak şifacılığı, yaşamın korunmasında sahip olduğu işlev, giderek tanrıçalaştırılmasına neden oldu. Anadolu’da da “Ana Tanrıça” inancı çok güçlü bir şekilde yayıldı.
Antik Yunan kadınlarının toplum içindeki yerinin evle sınırlı kaldığı, ancak belirli bayram ve ayinle ilgili günlerde sosyal yaşama katılabildikleri, alınıp satıldıkları, hiçbir hukuki hakları olmayan dönemlerde; eski Anadolu halklarında kadın, toplumsal hayatın içinde yer alıyordu. Anadolu halklarından Likyalılarda soy babadan değil ana üzerinden devam ediyordu. Hititlerde kadın yargıçlık ve ordu komutanlığı yapıyordu. “Euergetis (Hayırsever) Kadınlar” başlığıyla Anadolu’da bulunmuş olan birçok yazıtta kamu yararına yaptıkları yardımlardan ötürü onurlandırılan kadınlardan bahsedilmektedir.
Herodot, Amazonları, bir Asya kavmi olan ve Anadolu’da hüküm süren İskit kadın savaşçıları ile ilişkilendirerek, İskitlerde birçok amazon hikâyesi olduğundan bahsetmiştir. Atlı kavim İskitli göçebe kadınlar, asker olarak yetiştirilir, sık sık ava çıkar ve her savaşta erkekleriyle birlikte çarpışırlardı. Araç gereç, silah, giysi, beslenme alışkanlıkları, sanat, yaşam tarzı ve ölü gömme adetleri bakımından amazonlarla çok ortak özellikleri vardı. Belki de Anadolu’ya ilk kez giren ve nam salan ilk Türkler, Anadolu’nun Karadeniz sahillerinde yaşayan bu amazon kadınlarıydı.
İslam öncesi Türk devletlerinde hükümdar eşinin resmi unvanı olarak kullanılan hatun, protokolde önemli bir mevkie sahipti. Türk devletlerinin kuruluş dönemlerinde hükümdar, törenle kağan unvanını alırken eşi de törenle hâtun unvanını alırdı. Hun İmparatorluğu adına Çin ile ilk barış antlaşmasını da Mete’nin hatunu imzalamıştı. Uygurların boylar topluluğu halinde yaşadıkları dönemde başbuğ, savaşlarla meşgul olduğu zaman anası Uluğ Hatun davalara bakıyordu. “Hatun” Asya ve Avrupa milletlerinin dillerine “Türk hükümdarının karısı”, “Türk kadını”, “saygın kadın”, “yönetici kadın” anlamlarıyla geçmiştir. Elçi kabulleri, şölenler, ibadetler ve kurultaylarda hatun, hakan ile birlikte bulunurdu. Bir emirname yazıldığı zaman hakan emrediyor ki ibaresi ile başlarsa ona boyun eğilmezdi. Bir emrin kabul edilmesi için mutlaka hakan ve hatun emrediyor ki sözü ile başlaması gerekirdi.
En eski Türk kadın unvanlarından olan baş kadın yöneticisi anlamında kullanılan “il bilge” terimi zamanla yerini, hakanın hükümetteki ortağı anlamına gelen “terken/türkan” unvanına bırakmıştı. Bu unvanı kullanan Selçuklu sultan eşlerinin kendilerine ait yurtluk vilayetleri, divan teşkilatları, askerleri ve özel hazineleri vardı. Türkmen kadınlarının bu özgür yaşamları hem Müslümanları hem de Avrupalıları şaşırtmıştı. İbn Batuta; “Türkmen kadınlar, Araplar gibi örtünmezler ve erkeklerden gizlenmezlerdi. Türkler arasında kadınlar erkeklerden çok değer görürdü. Sosyal ve ekonomik hayatın içindedirler” demektedir.
Anadolu Selçuklularında, bir çeşit esnaf örgütü olan Âhilik kurumunun kadınlar kolu olan Bacıyan-ı Rum (Anadolu Bacıları) , örücülük, dokumacılık, çadırcılık, keçecilik, nakışçılık, çeşitli kumaş ve giysi üretimi gibi zanaatlarla ekonomiye katkıda bulunurlardı. Toplumsal yaşamda oldukça aktif olan kadınlar erkeklerle sefere çıkıp savaşa bile katılırlardı. Anadolu Bacıları iskân ve kolonizasyon faaliyetlerinde de bulunarak Ahiler gibi, çeşitli zaviyeler açmışlardı. Ö.L. Barkan kadınların, Osmanlı Devleti’nin kuruluşu sırasında Anadolu ve Balkanları Türkleştirme ve İslamlaşma faaliyetlerine önemli katkıları olduğunu belirtmiştir. İlk defa Aşıkpaşazâde’nin bahsettiği Anadolu bacıları, Anadolu’nun en karışık döneminde Batı Anadolu sınır boylarında, sosyal, siyasi ve askeri örgütlenmeleriyle Osmanlının büyümesinde büyük hizmette bulunmuşlardı.
Yaşamın her alanında; mahkemede tanıklık etmekten, mirasta pay vermeye kadar kadını erkekten ayırmayan, bir sofrada kadınlı erkekli yer alarak sosyal hayatı zarif kılan, tek eşliliği baş tacı eden Anadolu Bektaşiliğinde, Aşevi Mevlevilikte olduğu gibi kutsal sayılırdı. Mutfak/ocak, Şaman geleneklerinin devamı olarak kutsal bir talim ve terbiye yeri olarak kabul görürdü. Kadınların bilgeliğiyle oluşan mutfak yalnız karınların değil hayatın da doyurulduğu yerdi. Ancak, Türk devletlerinden Orhan Gazi yönetiminin sonuna kadar erkekle birlikte kılıç kuşanan ekonomiye ve yönetime katılan kadın, süreç içinde Osmanlı Devleti’nin sosyal yaşantısında geri plana itildi. Kadının giyim kuşamı da değişti. Bu döneme kadar daha özgür olan kadın, toplumdan soyutlanarak, bir süre sonra yüzünü de örtmek zorunda kaldı. Tatlıcı dükkânına girmesi, dört günden fazla sokağa çıkması, erkeklerle sandala binmesi, ince kumaş giymesi yasaklandı.
Buna rağmen Anadolu kadını, iyileştirme gücüne sarılarak yaşamda yeniden var olmanın yolunu yine buldu. Orta Asya Şamanizm’ine dayanan Anadolu’ya has şifacılık geleneği olan “ocaklık” kurumu hastalıkları olağanüstü yöntemlerle tedavi etme gücüne sahip ocaklı adı verilen kişileri yarattı. Bitki bilgisine de sahip bilge kadın ya da şifacı kadın adıyla saygı gördüler. Aynı dönemlerde Avrupa’da bitkilerle iyileştirme gücüne sahip kadınlar cadı olarak nitelendirilip yüzlerce yıl boyunca işkencelerle öldürülürken, Anadolu kadınları günümüze “kocakarı ilaçları” adıyla gelen bilgelikleriyle sağlık konusunda hep itibarda kaldılar.
II. Meşrutiyet döneminden itibaren yeniden özgürlüklerini kazanmaya başlayan Türk kadını, Çanakkale Savaşı’nda cephede erkeklerle birlikte savaştı. Adlarını kimseler bilmedi. Milli mücadele döneminde de 19 Mart 1919’da işgalleri protesto etmek amacıyla yapılan İstanbul’daki ilk mitingi, Asri Kadınlar Cemiyeti gerçekleştirdi. Atatürk ; “Dünyada hiçbir milletin kadını, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar emek verdim diyemez” dedi. Avrupa, Asya, Amerika’daki birçok ülkeden önce Türk kadını 5 Aralık 1934 ‘de. Cumhuriyet yönetimine katılma hakkı elde ederek Dünya tarihine adını yazdırdı.
Bazen içimizdeki gücü fark etmek için tarihe dönüp bakmak gerekir…
Pınar Sözer
*Harun Aydın” Meşrutiyetten Cumhuriyete Türkiye’de Kadın “
*Selahattin Döğüş “Kadın Alplardan Anadolu Bacıları Teşkilatı’na; Türklerde Kadının Siyasi Ve Sosyal Mevkii” adlı makalelerden yararlanılmıştır.
Çok bilgilendiren bir yazı. Bakış açısı mantıklı ve güvenilir. Çok teşekkür ederim. Kendi büyük büyük annelerimi buldum.