Güzel Manzara’dan Karantina’ya İzmir Günleri

Bir zamanlar, bu günkü Mithatpaşa Meslek Lisesi, Hamidiye Camii ve Karantina Hamamı’nın önünden sahile inen yolda köşkler ve yalılar, güzel bahçelerle dolu evler vardı. Deniz banyoları, iskelesi ve kumsalı olan bir yerdi. Tabi o zamanlar Mithatpaşa Caddesi değil, Yunanca “güzel manzara” anlamına gelen Kalithea Caddesi’ydi adı. Rumlar çoğunlukta olsa da Ermenilerin, Yahudilerin, Müslümanların birlikte yaşadığı bir muhitti. Bu güzel manzara, XIX. yüzyıla gelindiğinde savaşlar ve salgın hastalıklarla bozulmuştu. Tüm Dünya devletlerini etkisi altına alan salgın hastalık felaketinden Osmanlı Devleti de etkilenmiş, sağlık mevzuatı ile ilgili çalışmalar, ilk olarak Sultan II. Mahmud devrinde başlamıştı. 1838’de çıkartılan “Karantina Nizamnamesi” ile ülkenin çeşitli kentlerinde karantina uygulamalarına karar verildi. Yüzyılın ilk yarısında Ege sahilinde 26 defa veba salgını yaşanmış, daha çok İzmir’de etkili olan salgın şehrin 1/5’ni yok etmişti. Özellikle kirli sularla bulaşan kolera salgını daha çok hacı kafilelerinden gelen bir hastalık olarak 1831’de vebadan daha çok can almaktaydı. Osmanlı başkentinden sonra ilk karantina teşkilatı da taşrada oluşturulmak istenen örgütlenmeye örnek olarak 1840’da İzmir’de kurulmuştu. Kente deniz yoluyla gelenler için en uygun karantina yeri olarak batı tarafında ve Zeytinlik Ovası olarak adlandırılan bölge (günümüzdeki Mithatpaşa Caddesi’nin başları) seçilmişti. Cadde’nin alt kısmında kalan yamaç ve düzlük, kurulduğu dönemdeki önemine paralel olarak uzun bir süre boyunca karantina adıyla, bölge de Karantina Mahallesi olarak anılacaktı.

karantina (4)

QUARANTINE

İtalyanca’da “ayrı ve korumalı yer” anlamına gelen ‘quarantine’ sözcüğünden türeyen karantina; bulaşıcı ya da salgın hastalıklardan birinin görüldüğü taşıma araçlarında yolculuk yapan, salgın hastalıkların görüldüğü ülkelerden gelen yolcuların, belirli bir yerde geçirmek zorunda oldukları tecrit süresince uygulanan sağlık tedbirleriydi.

İzmir’in ilk karantina binası şehrin batısında eskiden askeri hastane olarak kullanılan yıkık-dökük haldeki oldukça yetersiz, bölgede mevcut bulunan Askeri Hastane yapısıydı. İstanbul’dan İzmir Karantinası’nı kurmak için görevlendirilen Süleyman Efendi şehre gelir gelmez hijyen konularıyla ilgili bir nizamname yayınlamış, idarenin kurulmasından itibaren şehirde 3 defa ortaya çıkan veba dışarıya hiç yayılmamıştı. Yine de bu durum işlerin iyi gittiği anlamına gelmiyordu. Seçilen yapıların elverişsiz olması, tüccar ve halktan gelen tepkiler, uygulamada bir takım sıkıntılar yaratmaktaydı. Yolcu sayısı çok olduğundan bir kısmı adeta karantinanın ek binaları haline gelmiş yakın köylerdeki evlerde daha şanssız olanları ise ancak çadırlarda kalabilmekteydi. Kaynaklarda binanın sık sık su baskınlarına maruz kaldığından, talebi karşılayamadığından, bahçeye kurulan çadırlarda karantina hizmeti verildiğinden, ancak yetersiz koşullara rağmen salgınların önlenmesinde yarar sağladığından bahsedilmektedir. Denizin girinti yaptığı küçük bir koyda yer alan yapının bir ana koridora açılan yüksek tavanlı ve ferah, geniş odalara sahip olduğu, taş ve ahşaptan yapılmış sıvalı bir yapı olup uzun cephesinin denize dönük olduğu bilinmektedir. Osmanlının en önemli ihracat limanı olan İzmir, birçok yabancı tüccarın sık sık gelip gittiği kozmopolit yapısıyla yalnızca ticari malları ya da parayı değil salgın hastalıkları da kente taşıyordu. XIX. yüzyılın sonlarında, sanayileşen Avrupa ülkelerinin hammadde ve pazar kaynağı olarak gördükleri Osmanlı Devleti’ne yönelmeleri sonucu, birçok liman kenti gibi İzmir’de de ticaret canlanmış, kente yapılan yatırımlar artmış ve bunlara paralel yaşanan göç, nüfus artışını beraberinde getirmişti. Beklenenden hızlı yaşanan bu süreçte barınma, kanalizasyon, içme suyu gibi altyapı ve temizlik hizmetlerinin yeterli düzeyde sağlanması mümkün olamadığından şehri çevreleyen bataklıklarla birlikte her yer birer salgın odağıydı artık. Bataklıkların kurutulması, ruhsatsız bina yapılmasının önüne geçilmesi, kentsel temizlik en büyük sorundu.

karantina (3)

ÖLÜLERİ VERMİYORLARDI

Karantina teşkilatı kurulduğu günden 1846’da yeni yerine taşınıncaya kadar birçok tartışmaya da konu olmuştu. Bir yandan bina inşaatı zorluklarla yürütülmeye çalışılırken bir yandan da sağlık önlemleriyle ilgili farklı görüşler eleştiriler hiç bitmiyordu. Teşkilatın başına atanan müdürlerin ya adı yolsuzluğa karışıyor ya da eleştirilerden, uygulamaların bürokratik sorunlarından yılıp işi bırakıyorlardı. Ticari çıkarları nedeniyle yabancı tüccarlar, karantina süresini gereksiz görüyor, karantina masrafları için gemilerden alınan ek vergilere itiraz ediyor, konsoloslukları aracılığıyla sürekli karantina uygulamasını şikâyet ediyorlardı. 1838 Balta Limanı Antlaşması ile önemli ayrıcalıklar elde eden İngilizler, karantina tedbirlerinin tüccarlarına masrafa neden olacağı gerekçesiyle kurumun varlığını sürekli eleştiriyorlardı. Karantina uygulamalarının ticaretlerini olumsuz etkileyeceği fikrinde olan Avrupalı devletlerin temsilcileri, karantina yerine salgınların ortaya çıktığı yerlerin kordona alınıp dezenfeksiyon yapılmasını istiyorlardı. İzmir Karantina Müdürü Mustafa Refik Efendi tarafından gönderilen bir tezkirede; gemilerin karantina uygulamalarından kaçmak için gece gelip gittikleri, bu durumun gümrük vergilerinde azalmaya yol açtığı, herkese ceza verilmesinden kaçınılarak gemilerin mallarını gece boşaltmasına izin verilmesi talep ediliyordu. Karantinada tedavi gören Müslümanlar Hristiyan bir hekim tarafından verilen ilaçların abdestlerini bozacağını veya ibadetlerini geçersiz kılacağını zannettikleri için verilen ilaçları kullanmak istemiyordu. Bir yandan salgından ölenlerin kireçlenip gömülmeleri inançlarıyla bağdaşmadığından ölülerini vermek istemeyen halk, alınan tüm tedbirlere rağmen hastalığın yayılmasına neden oluyordu.

karantina (2)

KOLERA MADALYASI

Osmanlı Hükümeti ise tüm bu imkânsızlıklar içerisinde salgınlar sırasında alınan karantina tedbirleri çerçevesinde önemli hizmetler veren görevlilere verdiği kolera madalyası ise minnettarlığını göstermeye çalışmaktaydı. İzmir’e gelen Flemenk gemici M. Corneille Le Byrun şehirde dolaşmanın tehlikelerini anlatırken salgının en şiddetli dönemlerinde bile normal hayat tarzlarını sürdüren, birbirleriyle görüşmelerini kesmeyen Türklerin bu tehlikeyi yarattığını söyleyerek, “herhangi bir tedbir almamakla kendi hayatlarını tehlikeye atan Türkler, Frenkleri kızdırmak için ellerinden geleni yaparlar” diyordu. Ancak batılı ve en fanatik seyyahların bile vurguladığı bir durum vardı ki, bu da Müslümanların bulaşıcı hastalığa tutulmuş bir dindaşını hiçbir şekilde bırakıp kaçmadıklarıydı. Hristiyan toplulukların ise bu konudaki davranışları tamamen farklıydı.1835 yılında İzmir’e gelen Kontes Pauline Nostitz’in ise bu konuda “Salgın öyle bir korku salıyor ki, aile içindeki bağları kopartabiliyor. Hastalığın görüldüğü her ev ve herkes terk ediliyor, Kardeş kardeşi, eşler birbirini terk ediyor, hatta anneler çocuklarını Rum bakıcıların ellerine bırakıyor” diyordu.

Sultan II. Mahmud1845 yılında İzmir’e gelen bir başka seyyah Ludwig Ross, alınan önlemlerle ilgili: “Türkler de Avrupa uygarlığına ellerinden geldiğince uymaya çalışıyorlar ve bu konuda ilerleme kaydettikleri bile söylenebilir” diye yazmıştı. Oysa 1848 yılındaki salgın sırasında İzmir’e gelmiş olsaydı, büyük bir korkuyla kentten kaçmakta olan “Frenkleri” görmüş olacaktı. Zira birçok kaynakta da belirtildiği gibi bir salgın çıktığında kentte yaşayan gayrimüslimlerin çoğu sınıfsal durumlarına göre Buca, Bornova gibi sayfiye yerlerinde bulunan konaklarına kaçıyor, bu imkânı olmayanlar ise evlerine kapanıyorlardı. İzmir Karantina binası ancak 1846 yılında tamamlanabilmişti. Ne var ki bunca zahmetle inşa edilen bina 1848 yılında ciddi bir yangın geçirerek harap oldu. Bir İngiliz seyyah da karantinayı 1851’de şu sözlerle eleştiriyordu; “Şu anda İzmir’de uygulanmakta olan karantinanın nedeni de tıpkı formaliteleri kadar anlamsızdır. Limanda karantina altında tutulan bir gemiye, bu gibi durumlarda su verecek hortumun tutulmasına ilişkin bir takım katı kurallara uyma zorunluluğu vardı ve buna uygun olarak da su ikmali yapılmaktaydı. Ancak ne yazık ki bu su ikmali sırasında sandalda bulunanlardan biri bir ara dengesini kaybettiğinden, tutunmak üzere hortuma elini değdirmiş ve bu hatasıyla hem kendisinin hem de 150.000 nüfuslu koca İzmir kentinin sekiz gün süreyle karantinaya alınmasına neden olmuştur.” Oysa yalnızca 2 yıl sonra istemedikleri Karantina Hastanesi, Kırım Savaşı sırasında İngiliz askerlerinin tedavisi için kullanılacaktı.

1866 yılında Enver Bey’in İzmir Karantina Müdürü olmasının ardından harap durumdaki karantina yıkılmış, ancak yenisi inşa edilememişti. 1900’lerin başlarına gelindiğinde, rıhtım inşası ve kordon dolgusu için bu bölgeden kayalıklar alınmasıyla, kıyıda yeni yerleşim için yer açılmış, kuyularından da tatlı su çıkmasıyla yeni konutların yapımı hızlanmıştı. Artan yerleşim dokusu nedeniyle karantina binasının, Urla’da bulunan Kilizman Adası’na taşınmasına karar verilmişti.1900 yılında büyük bir veba salgını İzmir’i yine vurdu ancak Karantina uygulaması artık Urla’daydı

Körfezin hızla kirlenmesiyle 1926’da Karataş’taki deniz banyoları yıkıldı. 1937’de İzmir Belediyesi, sokak adları yerine numaralar verdi ve mahalle adlarını değiştirdi. Karantina Mahallesi artık Mithatpaşa Mahallesi’ydi. Küçükyalı mevkiiydi artık orası. 1970’lerde yalılar yıkıldı, apartmanlar dikildi. “Karantina” adı bu gün orada zamana direnen hamamda yaşıyor. Atilla İlhan’a “Karantinalı Despina” şiirini yazdıran Karantina semti miydi? Yoksa güzeller güzeli Despina mı? Uşakizade Latife Hanım’ın babası Muammer Bey’in aşk yaşadığı Despina, uzun yıllar Karantina semtiyle anıldı. O günleri büyüklerinden duyanların hafızlarında ise Karantina mahallesinin güzel yalıları kaldı.

Bir gül takıpta sevdalı her gece saçlarına

Çıktı mı deprem sanırdın “kara kız” kantosuna

Titreşir kadehler camlar kırılır alkışlardan

Muammer Bey’in gözdesi Karantinalı Despina

Attila İLHAN

Pınar SÖZER

Tarihçi / Yazar

Kaynaklar

– Didem Akyol Altun,,Cumhuriyet Öncesi Dönemde İzmir Hastanelerinin Mekânsal Gelişimi

– Pelin Böke, İzmir Karantina Teşkilatının Kuruluşu Ve Faaliyetleri (1840-1900)

– Fatma Şimşek,19. yüzyılın ikinci Yarısında Osmanlı Liman Kentlerinde Karantina Uygulaması

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

SİHİRLİ TARİH

Sihirli Tarih; Atölye çalışmaları ve etkinlikler düzenleyerek öğrencilerin ülkemizdeki sosyal bilgiler ve tarih müfredatlarının kazanımlarına ulaşması, araştırmaya istek duyması, geçmişte ve günümüzde Anadolu’nun zengin yaşam kültürünü fark etmesi için önce kendini ve çevresini tanımasını sağlar.

RESİM GALERİSİ

İletişim Formu